Yunanistan Komünist Partisi (YKP) ve partinin Avrupa Parlamentosu’ndaki bağlantısız (Non-inscrits) milletvekili Kostas Papadakis’in ev sahipliğinde “Avrupa’nın Komünist ve İşçi Partileri Antikomünizme Karşı” başlığı ile düzenlenen Avrupa Komünist Toplantısı başladı. Toplantıya, tüm Avrupa’dan 32 ülkede faaliyet gösteren 38 parti katıldı.
TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan’ın yaptığı konuşmanın tam metni şöyle:
Değerli yoldaşlar,
Dünya Komünist partilerinin İzmir’deki 21. Toplantısından kısa bir süre sonra siz kardeş parti temsilcileriyle tekrar bir arada olmak bizim için bir onur. Bu vesileyle TKP Merkez Komitesi adına toplantıya ev sahipliği yapan YKP’li yoldaşlarımızı ve tüm katılımcı partileri içtenlikle selamlıyorum.
Yoldaşlar, Lenin parlamento için burjuvazinin ahırı tabirini kullanmıştı. Bu çatı altında, üç ay önce, bu söz bir kez daha kanıtlanmış oldu. Avrupa Parlamentosu vekillerinin çoğunluğu tarafından onaylanan kabul edilemez bir önerge geçti. Bu önerge, bu kurumun aynı konudaki benzer önergelerinin bir devamı olarak görülmeli. Yalnızca bu önerge bile, kabul eden 535 vekilin kendi ülkelerini ve Avrupa halkını temsil etme yetisinden uzak olduğunu göstermektedir. Kendilerini ne kadar “demokratik” olarak tanımlasalar da, bu eylemleri onları Nazi propaganda makinesi ile aynı kategoriye sokmaktadır. Önergenin talihsiz içeriğinden bu konuşmada bahsetmeye gerek yok.
Bugün burada antikomünizmi tartışmak ve ortak karşı stratejimizi şekillendirmek üzere bulunuyoruz. Antikomünizm, emperyalizm ve emperyalistler arası birlikler tarafından çok işlevli bir araç olarak kullanılmaktadır. Bu nedenle antikomünizmle mücadele edilecekse, onun geniş çaplı işlevlerinin tek tek üzerine gitmek gerekmektedir.
Karşıdevrim ve Sovyetler Birliği’nin çözülüşünün üzerinden otuz yıl geçtikten sonra, bugünün koşullarına bakıldığında, yirminci yüzyılda işçi sınıfının edindiği pek çok kazanımın geri çekildiğini, bunun mücadelecilik ve militanlığa da yansıdığını görüyoruz. Bu otuz yıl boyunca, halk düşmanı uygulamalar, refah devleti kabul edilen ülkeler de dâhil olmak üzere dünyanın hemen tüm ülkelerinde hayata geçirilmiştir. Başlangıçta, kâbuslarının ortadan kalktığını ilan etmekten çok mutlu, coşkululardı. Ancak özellikle son yıllarda, emperyalist sistem, siyasi ve ekonomik bir krize sürüklenmiştir. Üretimin toplumsal ancak üretim araçlarının özel mülkiyete ait olduğu bu düzen için kaçınılmaz olan gerçekleşmiştir. Genel olarak büyüme oranlarında durağanlık ya da gerileme, devam eden savaşlar ve bir dünya savaşı tehdidi, çok yüksek boyutlara varan eşitsizlik, bu krizin çıplak gözle görülebilen emarelerdir. Bugün komünist hareket ciddi ya da belirleyici bir güç değilse de ve güçler dengesi işçi sınıfın aleyhine de olsa, günümüzün burjuva güçleri kapitalizmin krizine karşı bir uyanışı önlemek adına antikomünizmi gündemde tutmaktadır. Komünist hareketin yeniden güçlenmesini önlemek olduğu kadar, işçilerin en ufak bir örgütlü direnişine karşı tedbir almak da amaçları arasındadır.
Komünist hareket faşizmi alt etmenin şanlı zaferinin mirasını taşımaktadır. Bu zafer milyonlarca Sovyet askerinin, partizanların, diğer ülkelerin komünistlerinin kanıyla kazanılmıştır. Faşizm canavarının yenilmesi, uzun süre boyunca sorgulanamaz bir başarı olmuş, tüm dünya halklarının saygı ve hayranlığını kazanmıştır. Avrupalı burjuva siyasetçilerinin bu hamlesi, hem bu zaferin sorgulanmaya açılmasına, hem de faşizmi meşrulaştırmaya, ya da en azından gayrimeşruluğunu azaltmaya yaramaktadır. Önergede Sovyet yurttaşlarının onurlu tarihi bir tür “trajik geçmiş” olarak ifade edilmektedir. Bu neye hizmet ediyor? Komünizm kriminalize edilirken, günümüzün faşist hareketler normalleştiriliyor ve önleri açılıyor.
Yakın tarihli AP kararı ya da anıtların, sokakların, meydanların isimlerinin değiştirilmesi gibi antikomünist propaganda örneklerinin, sosyalizmin tarihini çarpıtma ve kopukluklar yaratmayı, bu yollar tarihsel meşruiyetine zarar vermeyi amaçladığını görüyoruz. Yalanlara ve karalamalara dayalı uydurma bir hikâye, hatalı bir “hafıza”[1] yaratılmaya çalışılmaktadır. Ancak yoldaşlar, tarih bilinci işçi sınıfını hareketinin temel silahıdır. Tarih bizim öğretmenimizdir, sınıfsal reflekslerimizin temel referansıdır, dünya görüşümüzün temel dayanağıdır. Özel olarak tarihi hedef alarak, bizi köksüz bırakmaya, silahımızı elimizden almaya ve böylelikle geleceksiz kılmaya çalışıyorlar.
AP önerge metninde, Rusya Federasyonu ve liderliğine yönelik saldırı da göze çarpmaktadır. Hiçbir zaman hiçbir şekilde bir kapitalist ülkeyi savunacak değiliz, hepsi aynı zincirin halkasıdır. Ancak dolaylı bir yolla, bu önergenin emperyalistler arası çatışmalara da oynadığını görmek durumundayız. Metnin uyaran, hatta tehdit eden tonu, güç yitirmekte olan Atlantik koalisyonunun Rusya ve Çin’e karşı elini yükseltebilmesini hedeflemektedir. Tarihimizin, kirli masalarında meze yapılmasına izin vermeyeceğiz! Ayrıca, bir ayrıntı daha var. Bu yolla, bugünün kapitalist Rusya’nın SSCB’nin doğal uzantısı olduğu gibi bir çarpıtma da yaratılmaktadır, oysa tam tersine Rusya, Sovyet sosyalizminin yıkıntıları üzerine kurulmuş, onun varlıklarını yağmalamış ve tamamen karşıt bir sınıf karakteri ile var olmuştur.
“Adil dünya”, “açık ve toleranslı toplumlar” gibi şekilsiz kavramlar, ayrıca sıklıkla tekrarlanan “totalitarizm” vurgusu, yeni ve tehlikeli bir hukuk bağlamının habercisidir. Bugünün ve geçmişin komünist partilerinin isimlerini, yayınlarını, eylemlerini yasaklayarak, düzen değişikliği talebini, devrimi, var olan rejimlerin alaşağı edilmesi ihtimalini devre dışı bırakmaya çalışıyorlar. Statükonun ulusal veya uluslararası hukuk yoluyla herhangi bir şekilde sorgulanmasının önü kapatılıyor.
Peki, antikomünist dalganın yayılmasını önlemek için ne yapmalı? Emekçi kardeşlerimizin bu yalanlarla uyutulmasına nasıl engel olmalı? Düşman sınıfa ait bu ideolojinin etkisini nasıl kırmalı?
Yoldaşlar, ilk yapılması gereken kendimize karşı dürüst olmaktır. İşçi sınıfının tarihi, kazanımları ve hatalarıyla bizim tarihimizdir. Bizim gerçekliğimizdir. O tarihi yapanların mirasçıları yani bizler tarafından araştırılmalı, aydınlatılmamış tek bir nokta kalmamalıdır. Tarihimizle ilgili bazı noktalar hakkında konuşmamak yarardan çok zarar getirmektedir. Hiçbir çarpıtmayı, karalamayı kabul edemeyiz ama kendi hatalarımızın egemen sınıf elinde çarpıtılarak sunulmasına da izin vermemeliyiz. Neye ne zaman, neye göre karar verildiğini, nasıl sonuçlandığını ifade etmeliyiz. Nazi destekli propagandaları, Ukraynalılara sözde soykırım iddiası (Holodomor) ya da Katın katliamı gibi iddiaları yanıtsız bırakmamalıyız. Bizim utanılacak bir tarihimiz yok.
İkinci olarak, kendimize dikkatli bakmalı ve yapıcı bir şekilde özeleştiri yapabilmeliyiz. Komünist hareketi şeytanlaştırma girişimlerine malzeme verecek unsurlardan arınmalıyız. Ne kast ediyorum? Komünist hareket kararsız, nostaljik ya da tarih dışı bir izlenim vermemelidir. Antikomünistler tarafından komünist örgütleri karikatürize etmesinin önüne geçmeliyiz. Bu ilkelerimizin ya da geleneğimizin dışına çıkmak demek değildir. Aksine, komünist hareket modern, çağdaş ve aynı zamanda sağlam ve devrimci olabilir. Zaten bunu başaramazsak işçi sınıfı ile birlikte hareket etmek, onu dönüştürmek mümkün olmayacak.
Yoldaşlar, “Stalin tuzağı” iyi hesaplanmalıdır. Stalin’i mahkûm etmek antikomünizmdir. Stalin hatasız bir karakter değildir, ama Stalin eleştirilerinde geriye düşmek antikomünizmin elini güçlendirmektedir. Stalin ile ilgili tartışmalarda geri basmamaları ancak Stalin fetişinin bu muhteşem devrimcinin en çok kendisine zarar verdiğini unutmamalıyız. Stalin etrafındaki tartışmaların diyalektiği iyi düşünülmelidir.
Antikomünizmin bugün var olmasının nedenlerinden biri de komünist partilerin iddialarını geri çekmesidir. Bir adım geri atmanın bile bedeli çok daha büyük mevzileri kaybetmektir.
Sosyalizmin meşruiyetinin önemli kaynaklarından biri, komünist yazarların, sanatçıların, müzisyenlerin, sinemacıların ve işçi sınıfının dostlarının entelektüel üretkenliği idi. Yirminci yüzyıl boyunca, Soğuk Savaş da dâhil olmak üzere, komünistlerin parlak, anıtsal üretimlerini değersizleştirmek mümkün olmamıştır. Rivera’nın murallerini, Şostakoviç’in senfonilerini, Ehrenburg’un romanlarını, Nazım Hikmet’in şiirlerini, Yunan İç Savaşı için bestelenmiş şarkıları düşünün… Bunlar işçi sınıfının için bir aydınlanma, gelişim ve keyif kaynağı olduğu kadar, bütün yatırımlara rağmen Hollywood filmlerinin ötesine geçemeyen burjuvazinin de saygısını kazanmış eserlerdir. McCarthy’ciliğin özel olarak bizim tarafımızdaki aydınları hedef alması bir tesadüf değildir. Mücadelemiz işçi sınıfının yanındaki bilim insanlarının, tarihçilerin, sanatçı ve aydınların geçmiş dönemdeki üretkenliğine ihtiyaç duymaktadır. Elbette, bugünün kültür alanını şekillendiren tekellerin egemenliği ile rekabet etmek kolay değildir; ancak bizim tarihsel ve haklı bir davamız vardır. Bu sıkı bir çalışmayı ve komünist aydınların kolektif çabalarını, ayrıca postmodernizme, nihilizme ve diğer tüm küçük burjuva akımlara karşı gelişkin bir ideolojik formasyonu gerektirmektedir. İşçi sınıfının öncüsü, işçilerin kolektif düşünce dünyasında da öncülük edebilmelidir.
Bir başka nokta, son derece basit ve defalarca kanıtlanmış: En iyi savunma saldırıdır. Kapitalizmin çürük temellerine karşı ciddi bir karşı saldırıyı başlatmalıyız. Akıldışı yanlarını, yalanlarını, çürümüşlüğü, barbarlığını teşhir etmeliyiz. İşçi sınıfına, 1848’den beri, yani tam yüz yetmiş yıldır burjuvazinin gerici bir sınıf olduğunu göstermeliyiz. Tekellerin projelerine ve kârlarına engel olmak için gerekli yolları bulmalı, ilerlemelerini durduracak her türlü mücadeleyi vermeliyiz. Geçit vermemeliyiz!
Son olarak yoldaşlar, burjuvazinin bu oldubittilerini karşılıksız bırakmamalıyız. Bu girişimler yanıtsız, yargılanmadan bırakılmamalıdır. Tüm karalamalara ve çarpıtmalara, propaganda ve yayın yoluyla, siyasi ve hukuki yollarla karşı çıkmalıyız. Bu hamleleri ulusal ve uluslararası alanda, devletlerin ve halkın mahkemelerine çıkarmalıyız.
Sözlerime görevimizin, antikomünizmin bir suç olacağı günleri yakınlaştırmak olduğunu ifade ederek son vermek istiyorum.